Şirketler Hukukunda Sürdürülebilirlik İlkesi ve Yönetim Kurulu Üyelerinin Sorumluluğu

Sürdürülebilirlik, işletmelerin sosyal sorumluluklarının kapsamını belirlemede, çevresel etkilerinin değerlendirilmesinde ve ekonomik sürekliliklerinin gerekçelendirilmesinde sıkça başvurulan, dolayısıyla oldukça geniş bir kullanım alanına sahip olan çok yönlü bir kavramdır1. Bu kavram; finans, organizasyon, stratejik yönetim ve muhasebe gibi birçok disiplinde kendine uygulama alanı bulmuştur. Böylesine çok boyutlu ve çeşitli alanlara temas eden bir yapıya sahip olması nedeniyle, sürdürülebilirliği tek yönlü bir tanımla sınırlandırmak mümkün değildir. Bu doğrultuda sürdürülebilirlik temel olarak çevresel, ekonomik ve sosyal olmak üzere üç ana boyutta değerlendirilir.

Ekonomik sürdürülebilirlik, işletmelerin uzun vadede varlıklarını sürdürebilmeleri ve gelecekteki devamlılıklarını güvence altına alabilmeleri için gerekli finansmanı sağlama ve bu kaynakları etkin biçimde yönetme becerisi olarak tanımlanabilir. Şirketlerin uzun vadede varlıklarını sürdürebilme yetenekleri ile uzun vadeli stratejiler geliştirme hedefleri, ekonomik sürdürülebilirlik anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir2. Şirketler hukuku ve kurumsal yönetimin sürdürülebilirlik kavramına yer verdiği alanlarda, çoğunlukla ekonomik sürdürülebilirlik yaklaşımı esas alınmaktadır3.

Sosyal sürdürülebilirlik ise toplumların refahını, adaleti ve kapsayıcılığı esas alan bir sürdürülebilirlik yaklaşımıdır. İnsan haklarına saygı, fırsat eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliği, çalışan haklarının korunması ve yerel topluluklarla uyum gibi ilkeler bu bağlamda ön plana çıkar. Sosyal sürdürülebilirlik, yalnızca devlet politikalarıyla değil, özel sektör aktörlerinin sosyal sorumluluk anlayışlarıyla da şekillenir. Bu doğrultuda, kurumsal sosyal sorumluluk programları, etik yönetim ve iş gücüne yatırım gibi alanlar sosyal sürdürülebilirliğin somut araçları olarak kabul edilir. Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasında yer alan “eşitsizliklerin azaltılması” ve “insana yakışır iş ve ekonomik büyüme” gibi hedefler bu ilkenin temelini oluşturur.

Çevresel sürdürülebilirlik, doğal kaynakların korunması, çevresel bozulmanın önlenmesi ve ekolojik dengenin sağlanmasını amaçlayan bir yaklaşımdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, karbon emisyonlarının azaltılması, atık yönetimi ve biyoçeşitliliğin korunması gibi politikalar çevresel sürdürülebilirliğin temel unsurlarıdır. Bu kapsamda, Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası sözleşmeler çevresel sürdürülebilirliği küresel bir yükümlülük haline getirmiştir. Aynı zamanda, çevre hukuku alanında getirilen düzenlemeler ve denetim mekanizmaları ile işletmelerin faaliyetleri çevresel etki açısından değerlendirilmekte, buna uygun raporlama ve sorumluluk rejimleri oluşturulmaktadır. Şirketler düzeyinde ise çevresel-sosyal-yönetişim (ESG) kriterleri çerçevesinde çevresel sürdürülebilirlik uygulamaları, yatırım kararları ve kurumsal itibar açısından belirleyici rol oynamaktadır.

Bu üçlü yapı, sürdürülebilirliğin yalnızca çevresel bir duyarlılıktan ibaret olmadığını, aynı zamanda kurumsal yönetim, hukuk, ekonomi ve toplum politikalarının kesişim noktasında yer aldığını göstermektedir. Gerçek anlamda sürdürülebilir kalkınma ancak bu boyutların bütüncül biçimde uygulanmasıyla mümkündür.

ESG KAVRAMI

Küresel ölçekte işletmelerin yalnızca ekonomik kâr odaklı faaliyet yürütmesi anlayışı yerini; çevresel, toplumsal ve yönetişimsel (kurumsal yönetim) sorumlulukları da dikkate alan çok boyutlu bir yönetime bırakmıştır. Bu dönüşümün merkezinde yer alan kavramlardan biri olan ESG (Environmental, Social, Governance), şirketlerin ve yatırımcıların sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uyumlu şekilde faaliyet göstermesi yönünde rehberlik eden önemli bir çerçevedir4.

ESG, çevresel (Environmental), sosyal (Social) ve yönetişimsel (Governance) faktörlerin yatırım ve iş kararlarında dikkate alınmasını ifade eder. Bu yaklaşım, şirketlerin finansal performanslarının yanı sıra, toplumsal ve çevresel etkilerinin de değerlendirildiği daha kapsamlı bir performans ölçüm sistemini temsil eder.

Bu kapsamda:

Environmental (Çevresel) boyut, doğal kaynakların kullanımı, karbon emisyonları, atık yönetimi, iklim değişikliğiyle mücadele gibi çevreye etkileri içerir.

Social (Sosyal) boyut, çalışan hakları, işçi güvenliği, toplumsal katkı, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi insan odaklı alanlara odaklanır.

Governance (Yönetişim) ise şirketlerin şeffaflık, yönetim kurulu yapısı, yolsuzlukla mücadele ve paydaşlara hesap verme gibi kurumsal yönetim ilkelerine uyumunu kapsar.

ESG, aynı zamanda sürdürülebilirliğin somut ve ölçülebilir hale getirilmesini sağlayan bir araçtır. Sürdürülebilirlik, şirketlerin çevreye zarar vermeden, toplumsal refahı artırarak ve uzun vadeli değer yaratarak faaliyet göstermesini gerektirir. ESG ise bu hedefleri nasıl gerçekleştireceklerini ölçme, izleme ve raporlama mekanizması sunar.

Günümüzde ESG yalnızca etik bir tercih değil, aynı zamanda hukuki bir zorunluluk haline gelmeye başlamıştır. Avrupa Birliği’nin Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD), büyük işletmelere ESG raporlamasını zorunlu hale getirmiştir. Türkiye’de de Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) 2020 yılında yayımladığı “Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi” ile Borsa İstanbul’daki şirketlere ESG ilkelerine uyumu teşvik etmiştir5.Bu bağlamda ESG raporlaması, şirketlerin faaliyetlerine ilişkin çevresel, sosyal ve yönetişimsel bilgilerin açıklanması suretiyle yatırımcıların ve kamuoyunun bilgilendirilmesini sağlar ve kurumsal şeffaflık ile hesap verebilirliği destekler.

B- ŞİRKETLER HUKUKUNDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İLKESİ

Şirketler hukuku, sürdürülebilirlik kavramını esasen işletmenin sürekliliği ilkesi bağlamında ele almaktadır6. Genel kabul gören hukuki normlara göre, şirket yöneticilerinin uzun vadeli faaliyet sürekliliğini güvence altına alacak politikaları benimsemeleri ve bu doğrultuda hareket etmeleri beklenmektedir. Ancak bu süreklilik yalnızca şirketin iç dinamikleriyle sınırlı olmayıp, şirketin içinde faaliyet gösterdiği fiziksel, sosyal ve ekonomik çevrenin sürdürülebilirliğiyle doğrudan ilişkilidir. Zira şirketler hem bu çevresel koşulların etkisine açıktır hem de bu koşulların şekillenmesinde rol oynayan aktörlerdir.

Şirketler hukuku, geleneksel olarak sürdürülebilirlik sorunlarını şirkete olan etkileri üzerinden değerlendirir ve bu sorunları birer risk unsuru olarak ele alır. Oysa şirketlerin doğrudan çevresel ve toplumsal etkileri, daha çok çevre hukuku, iş hukuku ve insan hakları hukuku gibi diğer hukuk disiplinlerinin inceleme alanına girmektedir. Bu yönüyle şirketler hukuku, sürdürülebilirliğe dolaylı bir katkı sunmakta, ancak risklerin öngörülmesi, önlenmesi ve yönetilmesi noktasında kritik bir işlev üstlenmektedir. Şirketin sürdürülebilirlik ile ilişkisi, çoğunlukla şirket tarafından benimsenen sürdürülebilirlik politikaları ve bunların uygulamaları aracılığıyla somutlaşır. Bu politikaların içeriği ise şirketin faaliyet gösterdiği sektör, ölçek ve hedef kitleye göre farklılık arz eder.

Şirketler hukuku, özel hukuk karakteri gereği, büyük ölçüde sözleşme serbestîsi ilkesine dayanır. Bu kapsamda, şirketin pay sahipleri, yöneticileri, çalışanları ve diğer menfaat sahipleri arasındaki ilişkiler, özel irade beyanlarıyla düzenlenmektedir. Dolayısıyla şirketlerin sürdürülebilirlik politikaları benimsemeleri de sıklıkla bu sözleşmesel ilişkiler aracılığıyla şekillenmektedir. Örneğin yatırımcılar, yatırım şartı olarak şirketin sürdürülebilirlik ilkelerine uygun davranmasını talep edebilir; şirketler çalışanlarıyla, tedarikçileriyle ya da toplumla bu doğrultuda taahhütlere dayalı ilişkiler kurabilir7.

Düzenleyici müdahale, özel hukukta ancak zorunluluk arz eden durumlarda gündeme gelir. Bu müdahaleler, üç temel amaç doğrultusunda şekillenir:

  1. Yol gösterici olmak: Gönüllülüğü esas alan yumuşak hukuk kuralları geliştirilir.
  2. Tamamlayıcı olmak: Taraflar arasında irade boşluğu olduğunda devreye giren tamamlayıcı hükümler kullanılır. Örneğin TTK m. 370 gibi.
  3. Emredici olmak: Kamu yararını ve zayıf tarafların korunmasını temin etmek amacıyla taraf iradesine müdahale edilir. Örneğin, yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin en fazla üç yıl ile sınırlandırılması gibi.

Sürdürülebilirlik alanında, bu üç düzenleyici müdahale türünün tamamına başvurulduğu görülmektedir. Yumuşak hukuk kurallarıyla şirketler teşvik edilmekte, tamamlayıcı kurallarla sözleşmesel boşluklar giderilmekte, emredici düzenlemelerle ise kamusal çıkarlar güvence altına alınmaktadır.

Sonuç olarak, şirketler hukukunun sürdürülebilirlik yaklaşımı yalnızca içsel bir süreklilik hedefiyle sınırlı kalmamalı; şirketin dış çevreyle kurduğu ilişkiyi, toplumsal etkilerini ve doğaya yönelik sorumluluklarını da kapsamalıdır. Bu doğrultuda sürdürülebilirliğin şirketler hukukunda daha geniş kapsamlı ve kurumsallaşmış bir yere sahip olması, hem düzenleyicilerin hem de özel sektör aktörlerinin eşgüdümlü çabalarıyla mümkündür.

Sürdürülebilirlik ve ESG’ye ilişkin başlıca düzenlemeler Türk Ticaret Kanunu (“TTK”), Sermaye Piyasası Kanunu (“SerPK”) ve ikincil mevzuatta yer alır.

2.1. TTK Bağlamında Sürdürülebilirlik

Türk Ticaret Kanunu, Türkiye’deki tüm sermaye şirketlerinin hukuki çerçevesini belirleyen temel düzenlemedir. TTK, şirketlerin büyüklüğü, halka açıklık durumu ya da faaliyet alanı gözetilmeksizin genel hükümlerle tüm şirketleri kapsar. Ancak sürdürülebilirlik bakımından değerlendirildiğinde, TTK’nın bu konuya doğrudan ve kapsamlı biçimde ele almadığı görülmektedir. Sürdürülebilirlik yalnızca dolaylı olarak, kurumsal yönetişim vekamuyu aydınlatma gibi bazı temel ilkeler aracılığıyla ele alınmaktadır8.

TTK’nın şirketin iç işleyişine yönelik getirdiği düzenlemeler, şirketlere esnek yönetim yapıları kurma olanağı tanır. Bu esneklik, şirketlerin sürdürülebilirlik ilkelerine uygun şekilde yapılandırılmasının da önünü açmaktadır. Özellikle ana sözleşme düzenlemeleri aracılığıyla şirketler, yönetişim anlayışlarını sürdürülebilirlik perspektifiyle şekillendirebilirler. Ancak bu noktada TTK, şirketleri böyle bir yönetişim sistemini benimsemeye zorlamamakta, yalnızca imkân sunmaktadır.

Raporlama ve kamuyu aydınlatma yükümlülükleri bakımından da TTK oldukça sınırlı düzenlemeler içermektedir. Şirketlerin ticaret sicilinde yayınlaması zorunlu olan bilgiler (örneğin ana sözleşme, sermaye yapısı, yönetim kurulu üyeleri), temel düzeydedir. Benzer şekilde, bağımsız denetime tabi şirketlerin internet sitelerinde yayımlamaları gereken bilgiler de oldukça dar kapsamlıdır. TTK çerçevesinde kamuyu aydınlatma yükümlülüğü esas olarak pay sahiplerine karşı tanımlanmıştır. Şirket yönetimi, yıllık faaliyet raporları, finansal tablolar ve bağımsız denetim raporlarını yalnızca pay sahiplerinin bilgisine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerde sürdürülebilirlik konularına yer verilmesi ise tamamen gönüllülük esasına dayalıdır. Nitekim faaliyet raporlarının asgari içeriği mevzuatla belirlenmiş olsa da, yönetim kurulları isterlerse bu raporlara sürdürülebilirlik politikalarını veya uygulamalarını ekleyebilirler9. Bu yapı içerisinde şirketler, ticari sır niteliği taşımayan veya menfaatlerine zarar vermeyecek sürdürülebilirlik bilgilerini gerek pay sahipleri gerekse kamuoyuyla gönüllü olarak paylaşabilmektedir. Ancak bu paylaşım, TTK tarafından teşvik edilmekteyse de, yasal bir yükümlülük niteliği taşımamaktadır.

Sonuç olarak TTK, sürdürülebilirliği esas olarak şirketin finansal sürekliliği bağlamında ele almakta, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik boyutlarını ise özel hukuk çerçevesinde taraflar arasındaki iradi ilişkiler alanına bırakmaktadır. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik politikalarının geliştirilmesi ve kurumsallaşması büyük ölçüde şirketlerin insiyatifine ve sözleşme ilişkilerine bağlı kalmaktadır10.

2.2. Sermaye Piyasası Kanunu Bağlamında Sürdürülebilirlik

Sermaye piyasası mevzuatı, özellikle halka açık şirketlere ve sermaye piyasasında faaliyet gösteren kurumlara ilişkin olarak, sürdürülebilirliğe dair daha kapsamlı ve emredici düzenlemeler içermektedir. Bu bağlamda, temel dayanak Sermaye Piyasası Kanunu olup, buna bağlı olarak çıkarılan Kurumsal Yönetim Tebliği ve Kurumsal Yönetim İlkeleri (KYİ) çerçevesinde sürdürülebilirlik uygulamaları belirli ölçülerde düzenlenmektedir11. KYİ kapsamında bazı kurallar bağlayıcı nitelik taşırken, bazıları ise “uy ya da açıkla” ilkesine tabidir. Zorunlu kurallar çoğunlukla şirket yönetimiyle pay sahipleri arasındaki ilişkilere yöneliktir. Örneğin, yönetim kurulunda bağımsız üyelerin bulunması ve belirli komitelerin (denetim, kurumsal yönetim komiteleri gibi) oluşturulması zorunludur. Bununla birlikte, örnek olarak yönetim kurulunda kadın üye oranı gibi hükümler12, zorunluluk içermeyen ama açıklama yükümlülüğü barındıran “uy ya da açıkla” ilkesi kapsamında değerlendirilir.

Sürdürülebilirliğin çevresel ve sosyal boyutları, KYİ içinde oldukça sınırlı ve genel ifadelerle yer almaktadır. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı, KYİ 3.5.2 maddesidir. Bu maddeye göre şirketler, sosyal sorumluluklarına duyarlı olmalı; çevre, tüketici ve kamu sağlığına ilişkin düzenlemelere uymalı, uluslararası geçerliliğe sahip insan haklarına saygı göstermeli ve yolsuzlukla mücadele etmelidir. Bunun dışında, faaliyet raporlarında yer alması gönüllü olan sürdürülebilirlik içerikleri gibi hususlar, yalnızca genel ilke düzeyinde tanımlanmıştır. Bu çerçevede, SPK düzenlemelerinin TTK’dan daha kapsamlı olmakla birlikte, sürdürülebilirliğe ilişkin düzenleme yaklaşımının esas itibarıyla gönüllülük esasına dayandığı söylenebilir. Kurumsal yönetim hükümleri haricinde sürdürülebilirlik konusuna dair zorunlu raporlama yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Ancak sermaye piyasası mevzuatı, kamuyu aydınlatma yükümlülüğü bakımından çok daha ayrıntılı ve düzenleyici müdahalenin belirgin olduğu bir alan oluşturmaktadır. Şirketlerin finansal tabloları, yıllık faaliyet raporları ve bağımsız denetim raporları, belirli dönemlerde kamuya açıklanmak zorundadır. Bu belgelerde sürdürülebilirlik konularına dair bilgi sunumu zorunlu olmamakla birlikte, şirketler dilerlerse sürdürülebilirlik faaliyetlerini gönüllü olarak açıklayabilirler. Yine de uygulamada bu açıklamalar genellikle şekli düzeyde kalmakta, maddi içerik paylaşımı sınırlı düzeyde gerçekleşmektedir. Bu durum, sermaye piyasası düzenlemelerinin şirketleri sürdürülebilirlik konusunda şeffaflığa zorlamak yerine, bu alanı şirketlerin takdirine bıraktığını göstermektedir. Bununla birlikte, gönüllülük esası dâhilinde sürdürülebilirlik raporlamasının toplumsal itibar ya da yatırımcı ilişkileri bağlamında değer kazandığı, dolayısıyla şirketlerin kendi motivasyonlarıyla bu açıklamaları yapmaya yöneldikleri de gözlemlenmektedir.

Sonuç olarak, sermaye piyasası mevzuatı, kurumsal yönetime dair bazı zorunlu hükümler dışında sürdürülebilirlik konularında şirketlere geniş bir takdir alanı tanımaktadır. Bu yaklaşım, sürdürülebilirlik politikalarının şirket stratejilerine entegre edilmesini zorunlu tutmaktan uzak olmakla birlikte, bu yönde gönüllü uygulamaları desteklemekte ve şirketlerin kendi ESG (ÇSY) performanslarını açıklamalarına alan açmaktadır.

2.3.Uluslararası Kapsamda Yeni Sürdürülebilirlik Düzenlemeleri

Günümüzde, özellikle iklim değişikliğinin yarattığı tehditlerin artmasıyla birlikte, farklı hukuk sistemlerinde şirketlerin sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde hareket etmelerini sağlamaya yönelik çeşitli düzenlemeler hız kazanmıştır. Bu düzenlemelerin temel amacı, şirketleri sürdürülebilir politikalar izlemeye yönlendirerek toplumsal ve çevresel risklerin yol açtığı dışsallıkları minimize etmek ve böylece ekonomik faaliyetlerin toplumsal maliyetini azaltmaktır13. Ayrıca, finansal sermayenin sürdürülebilir şirketlere yönelmesini teşvik ederek sürdürülebilirlik dinamiklerini güçlendirmek de düzenlemelerin önemli hedefleri arasında yer almaktadır.

Bu düzenlemeler üç ana grupta toplanabilir. Birinci grup, doğrudan yatırımcıları hedefleyen uygulamalardır. Bu çerçevede, yatırımcıların tercihleri üzerinde baskı ve teşvik mekanizmaları kullanılarak, şirketlerin sürdürülebilirliği benimsemeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Özellikle emeklilik fonları ve sermaye piyasası düzenleyicileri tarafından öncülük edilen bu uygulamalarda, kurumsal yatırımcılar gönüllü olarak sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda yatırım yapma ve bu tercihlerini kamuoyuna açıklama sorumluluğu üstlenmektedir14. Türkiye’de de Emeklilik Yatırım Fonlarına İlişkin Rehber kapsamında, standart fon portföylerinin asgari %10’unun sürdürülebilirlik endekslerinde değerlendirilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

İkinci grup düzenlemeler doğrudan şirketleri hedeflemekte; şirketlerin gönüllü veya zorunlu olarak sürdürülebilirlik politikaları benimsemeleri ve bu politikaları faaliyetlerine yansıtma konusunda şeffaf olmaları öngörülmektedir. Birleşmiş Milletler Küresel Sözleşme İlkeleri ve OECD Çok Uluslu Şirketler Rehberi gibi uluslararası standartlar bu kapsamda yol gösterici olmaktadır15. Ayrıca, çevresel, sosyal ve yönetsel (ÇSY/ESG) kriterlere göre finansal olmayan raporlamaların yaygınlaşması, şirketlerin sürdürülebilirlik performanslarını kamuoyuna sunmalarını sağlamaktadır.

Üçüncü grup ise sürdürülebilirlik raporlarının güvenilirliğinin artırılması amacıyla geliştirilen uygulamalardır. Şirketler, bağımsız değerlendirme kuruluşlarının kriterlerine uygun raporlamalar yapmakta ve bu raporlar bağımsız kurumlarca doğrulanmaktadır. Türkiye’de Borsa İstanbul bünyesinde oluşturulan Sürdürülebilirlik Endeksi, uluslararası ÇSY araştırma kuruluşu Vigeo-EIRIS’ in belirlediği kriterlerle şirketleri değerlendirmektedir. Benzer şekilde, şirketlerin derecelendirme kuruluşlarına sağladığı bilgiler doğrultusunda oluşturulan raporlar ve endeksler de giderek yaygınlaşmaktadır.

C- YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN SORUMLULUĞU

Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 369. maddesinde, yönetim kurulu üyelerinin görevlerini “tedbirli bir yöneticinin özeniyle” ifa etmeleri ve işlemlerinde dürüstlük kuralına uygun olarak şirketin menfaatini gözetmeleri gerektiği düzenlenmiştir. Bu düzenleme çerçevesinde, üyeler hem özen yükümlülüğüne hem de sadakat (bağlılık) yükümlülüğüne tabidir.

Özen yükümlülüğü, yönetim kurulu üyelerinin sadece kanundan doğan bağımsız bir borcunu ifade etmekle kalmaz; aynı zamanda, üyelerin görev kapsamındaki işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunu değerlendirmede ölçüt olarak da işlev görür16. Diğer bir ifadeyle, TTK m. 369’da öngörülen ölçütlere uygun şekilde hareket eden bir üye, hem bu borcunu ifa etmiş sayılır hem de daha sonra kusurlu sayılmaktan kurtulabilir. Bu kapsamda, “tedbirli bir yöneticinin özeni” ölçütü büyük önem taşır. Madde gerekçesinde bu ölçüt, kurumsal yönetim ilkelerine uygun biçimde karar alma yetkisini haiz olan yönetim kurulu üyelerinin, “iş adamı kararı” verebilmesini ve bu karar neticesinde doğabilecek riskler nedeniyle sorumlu tutulmamasını mümkün kılan bir çerçeve olarak açıklanır. Gerekçeye göre, gerekli bilgi ve değerlendirmeler yapıldıktan sonra alınan kararlar sonucunda şirket zarar etse dahi, bu durum tek başına özensizlik sayılmaz. Dolayısıyla bir yönetim kurulu üyesinin, yetki sınırları içinde kaldığı ve dönemsel koşulları gözeterek bilimsel, makul ve somut veriler ışığında şirket lehine hareket ettiği durumlarda özen yükümlülüğünü yerine getirdiği kabul edilir. Ancak her olay kendi özelinde değerlendirilmeli, bu tür durumlarda soyut değil somut ölçütler esas alınmalıdır.

Aynı madde kapsamında düzenlenen sadakat (bağlılık) yükümlülüğü, üyelerin dürüstlük kuralı çerçevesinde şirketin menfaatlerini ön planda tutmalarını gerektirir. Bu yükümlülüğün genel çerçevesi TTK m. 369’da ortaya konulmuş olmakla birlikte, kanunda sadakat yükümlülüğünün özel görünümleri niteliğinde çeşitli yasaklayıcı hükümler de yer alır.

Bunlardan ilki TTK m. 393’te düzenlenen “müzakerelere katılma yasağı”dır. Bu hükme göre, yönetim kurulu üyesi, kendisi veya yakınlarının kişisel menfaatinin şirket menfaati ile çatıştığı durumlarda, ilgili toplantıya katılamaz. Aksi durumda, bu durumu bilen ve üyenin toplantıya katılmasına engel olmayan diğer üyeler de şirketin uğrayabileceği zararlardan sorumlu tutulabilir. TTK m. 395’te yer alan “şirketle işlem yapma ve şirkete borçlanma yasağı” da sadakat yükümlülüğünün özel bir tezahürüdür. Buna göre, üyelerin kendileri ya da başkası adına şirketle işlem yapmaları ancak esas sözleşmede açıkça izin verilmesi hâlinde mümkündür17. Ayrıca, pay sahibi olmayan üyeler ve onların pay sahibi olmayan yakınları, şirkete borçlanamaz; bu kişilere kefalet verilmesi, teminat sağlanması veya borçlarının üstlenilmesi de yasaktır. TTK m. 396 kapsamında düzenlenen rekabet yasağı ise, yönetim kurulu üyelerinin şirketin faaliyet konusuna giren ticari işleri kendi adlarına yapmalarını ya da aynı alanda faaliyet gösteren başka bir şirkete ortak olmalarını genel kurul izni olmaksızın yasaklamaktadır.

Sadakat yükümlülüğünün dolaylı bir görünümü olarak, sır saklama yükümlülüğü de önemlidir. Kanunda açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte, üyelerin şirketin iç işleyişine dair kapsamlı bilgiye sahip olmaları nedeniyle, edindikleri bilgileri gizli tutmaları gerektiği açıktır. Ayrıca, eşit işlem ilkesi TTK m. 357 uyarınca, yönetim kurulu üyelerinin tüm pay sahiplerine karşı eşit mesafede durmalarını zorunlu kılar. Bu ilkeye aykırı davranışlar, belirli şartlar altında üyelerin sorumluluğuna yol açabilir.

Bunların dışında, TTK’da düzenlenen bazı özel hükümlerde de yönetim kurulu üyeleri için özel sorumluluk halleri öngörülmüştür. Bunlar arasında; belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olması (TTK m. 549), sermaye hakkında yanlış beyanda bulunulması ve ödeme yetersizliğinin bilinmesine rağmen işlem yapılması (TTK m. 550), değer tespiti sırasında yolsuzluk yapılması (TTK m. 551) ve izinsiz para toplama fiilleri (TTK m. 552) sayılabilir. TTK’da yer alan düzenlemelere aykırı olmamak kaydıyla, şirketlerin esas sözleşmeleriyle yönetim kurulu üyelerine ek yükümlülükler getirilebilmesi de mümkündür. Bu durum, yönetim kurulunun görev ve sorumluluk alanını genişletici bir işlev görebilir.

TTK m. 553/1’e göre, yönetim kurulu üyeleri, kanun veya esas sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini kusurlu olarak ihlal ederlerse, şirket, pay sahipleri ve alacaklılara verdikleri zararlardan sorumlu tutulurlar. Bu durumda, ilgili taraflar yönetim kurulu üyelerine sorumluluk davası açabilir. Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun doğabilmesi için hukuka aykırı bir fiil, bu fiil ile zarar arasında nedensellik bağı, kusur ve zarar unsurlarının varlığı gerekir.

Sorumluluğun gerçekleşmesi için yönetim kurulu üyesinin, kanun veya esas sözleşmede yer alan bir yükümlülüğe aykırı davranması ve bu davranışta kusurlu olması şarttır. Bu yükümlülüğün sadece şirketler hukukuna özgü olması gerekmez; başka mevzuatlara aykırılıklar nedeniyle oluşan zararlar ve hukuka aykırı fiiller arasında bağ kurulursa, üye sorumlu tutulabilir. Yönetim kurulu üyeleri hem doğrudan hem de dolaylı zararlardan sorumlu olabilir. Dolaylı zararlar halinde, pay sahipleri ve alacaklılar zararın şirket tarafından karşılanmasını talep ederken, doğrudan zarar durumunda zarar, doğrudan pay sahipleri veya alacaklılara ödenir.

D-SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YK ÜYELERİNİN SORUMLULUĞU

Sürdürülebilirlik ve buna bağlı olarak ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) kavramlarının önem kazanmasıyla birlikte, şirketlerin en üst karar organı olan yönetim kurulunun görev ve sorumlulukları da gündeme gelmiştir. Türkiye’de bu alanda, özellikle 16 Temmuz 2021 tarihli Yeşil Mutabakat Eylem Planı ve 7 Ekim 2021 tarihinde yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması gibi ulusal ve uluslararası düzenlemeler, sürdürülebilirlik uygulamalarının çerçevesini oluşturmaktadır. Ancak, özel sektör faaliyetlerine ilişkin kapsamlı ve net bir ESG düzenlemesi henüz bulunmamaktadır. Bu nedenle, şirketlerin ESG çalışmalarına ilişkin planlama ve sorumlulukları, genel olarak şirket esas sözleşmeleri, iç tüzükler ve şirket politikaları çerçevesinde şekillenmektedir18.

Türk Ticaret Kanunu’nun 369. maddesi, yönetim kurulu üyeleri ile yönetimle görevli üçüncü kişilerin, görevlerini “tedbirli bir yöneticinin özeniyle” yerine getirmek ve şirket menfaatlerini dürüstlük kurallarına uygun şekilde korumakla yükümlü olduklarını düzenleyerek, ESG kapsamında dolaylı da olsa bir sorumluluk alanı ortaya koymaktadır. Ayrıca, 2022 yılında yapılan düzenleme ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’na (KGK), sürdürülebilirlik raporlamalarının uluslararası standartlarla uyumlu olmasını sağlamak amacıyla Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’nı belirleme yetkisi verilmiştir. Bu kapsamda, UFRS S1 ve UFRS S2 taslak metinleri yayımlanarak raporlama çerçevesinin oluşturulması yönünde adımlar atılmıştır19. Sermaye Piyasası Kurulu da Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Kurumsal Yönetim Tebliği ile ESG yükümlülüklerinin sınırlarını ve uygulama esaslarını belirlemiş, kamunun aydınlatılması ve menfaat sahiplerinin bilgilendirilmesi yükümlülüğünü öncelikli hale getirmiştir. Bu durum, ESG uygulamalarında şeffaflık ve hesap verebilirliğin önemini artırmaktadır.

Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun doğabilmesi için kusur, zarar, hukuka aykırı eylem ve illiyet bağı unsurlarının varlığı gerekmekte olup, bu sorumluluk “özen yükümlülüğü” kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak, mevzuatta ESG’ye ilişkin doğrudan bir sorumluluk düzenlemesi yer almamaktadır; bu nedenle, ESG kapsamında yönetim kurulu sorumluluğu yorumlara açıktır. Ulusal ve uluslararası düzenlemelerde, ESG’nin toplumsal menfaatleri koruma işlevi dikkate alınarak, yönetim kurulunun görevlerini yerine getirirken ne şekilde bir özen yükümlülüğü taşıdığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.

Bu görüşler arasında, “Hissedar Üstünlüğü” teorisi, şirket menfaatinin öncelikle pay sahiplerinin menfaatine odaklanmasını savunurken; “Paydaş Teorisi” ise hissedarların yanı sıra tüm paydaşların menfaatlerine önem verilmesi gerektiğini ileri sürmektedir20. Ayrıca, bu iki yaklaşımı harmanlayan karma teori, şirketin kar elde etmesinin esas olduğunu ancak bu süreçte tüm ilgili tarafların menfaatlerine saygı gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir. Her üç teori ortak olarak şirketin sürdürülebilirliği ve kar elde etmesinin hedeflendiğini; ancak bu hedefe ulaşılırken toplum ve çevre çıkarlarının korunmasının vazgeçilmez olduğunu vurgulamaktadır.

Yönetim kurulu üyelerinin ESG çerçevesinde hareket ederken, toplum ve çevre üzerinde olumsuz etkisi bulunan ya da bulunma potansiyeli olan faaliyetleri tespit etmeleri, bu kapsamda iyileştirme çalışmaları yapmaları ve mümkün olan en az zararla olumsuzlukları yok etmeye ya da asgari düzeye indirmeye yönelik stratejiler geliştirmeleri gerekmektedir. Bu yaklaşım, şirket karının artırılması hedefi ile kamu yararı, çevresel ve toplumsal ihtiyaçların korunmasını birlikte gözeten bir yönetim anlayışını yansıtmaktadır. Dolayısıyla, yönetim kurulu üyelerinin özen yükümlülüğü yalnızca şirket menfaatiyle sınırlı olmayıp, sürdürülebilirlik ilkeleri ve ESG kriterleri doğrultusunda genişletilmiştir.

Sonuç olarak, yönetim kurulu üyelerinin sürdürülebilirlik bağlamındaki sorumluluğu, esasen TTK’daki “tedbirli yöneticinin özeni” ve “dürüstlük kuralı” kapsamında değerlendirilmekte, ESG politikalarının uygulanması yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğuna dahil edilmektedir. Bu kapsamda yönetim kurulunun, çevresel ve toplumsal etkileri minimize eden, şeffaf ve hesap verebilir yönetim politikaları geliştirmesi beklenmektedir. Aksi takdirde, TTK m. 553/1 çerçevesinde kusur tespiti halinde hukuki sorumluluk gündeme gelebilecektir.

E-SONUÇ

Sürdürülebilirlik kavramı, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla geniş bir alanı kapsamakta olup, işletmelerin uzun vadeli varlıklarını sürdürme, toplumsal refahı sağlama ve çevresel dengeleri koruma amacıyla değerlendirilir. ESG (Environmental, Social, Governance) kriterleri ise şirketlerin çevresel, sosyal ve yönetişim performanslarının ölçülmesi ve raporlanması sürecinde önemli bir araç olarak yer almaktadır.

Şirketler hukukunda sürdürülebilirlik, öncelikle ekonomik süreklilik kapsamında ele alınmakta; Türk Ticaret Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu başta olmak üzere ilgili mevzuatlar, şirketlerin sürdürülebilirlik ilkelerine uyumuna yönelik çerçeveyi belirlemektedir. Ancak, sürdürülebilirlik ve ESG uygulamaları açısından doğrudan zorunlu ve kapsamlı düzenlemeler henüz sınırlı kalmakta, uygulamalar daha çok gönüllülük esasına dayanmaktadır.

Uluslararası düzeyde ise iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik risklerinin artmasıyla birlikte, şirketlerin sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda hareket etmelerini sağlamak amacıyla farklı hukuk sistemlerinde zorunlu ve gönüllü düzenlemeler geliştirilmiştir. Türkiye’de de sermaye piyasaları bağlamında ESG uygulamalarına yönelik çeşitli düzenleyici adımlar atılmakta ve raporlama standartları oluşturulmaktadır.

Sürdürülebilirlik ve ESG alanındaki hukuki düzenlemeler, şirketlerin uzun vadeli devamlılıklarını güvence altına alırken, çevresel ve toplumsal sorumlulukların da yerine getirilmesine yönelik giderek artan bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, mevzuatın geliştirilmesi ve uygulamada standartların yükseltilmesi, sürdürülebilirlik alanında etkinliği artıracaktır.

Türk Ticaret Kanunu’nun 369. maddesiyle yönetim kurulu üyelerinin özen ve sadakat yükümlülükleri belirlenmiş olup, bu yükümlülükler üyelerin şirket menfaatlerini dürüstlük ve tedbirli yöneticinin özeni ölçütüyle korumasını gerektirir. ESG ve sürdürülebilirlik kavramlarının önemiyle birlikte, yönetim kurulu üyelerinin sorumlulukları çevresel, sosyal ve yönetişimsel kriterleri de kapsayacak şekilde genişlemiştir.

Mevzuatta ESG’ye ilişkin doğrudan sorumluluk düzenlemeleri bulunmamakla birlikte, üyelerin sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda hareket etmeleri, şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlamaları beklenir. Bu yükümlülüklere aykırı davranışlar, TTK m. 553/1 uyarınca hukuki sorumluluk doğurabilir. Sonuç olarak, şirketlerin sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşabilmesi için yönetim kurullarının ESG ilkelerini dikkate alan bütüncül ve sorumlu bir yönetim anlayışı benimsemeleri gerekmektedir.

  1. Hatice Kübra Kandemir, “Sürdürülebilir Şirketler Ve Hukuki Çerçevesi” (2021) 20(41) İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 856. ↩︎
  2. Nurdan Kuşat, “Sürdürülebilir İşletmeler İçin Kurumsal Sürdürülebilirlik ve İçsel Unsurları” (2012) 19(2) Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi 228-229. ↩︎
  3. Kandemir (n 1) 857. ↩︎
  4. United Nations Principles for Responsible Investment, What is Responsible Investment? (UN PRI 2021) ↩︎
  5. Sermaye Piyasası Kurulu, Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi Rehberi (2020) https://spk.gov.tr/data/63a17b1a8f95db0fa40e3309/s%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilirlik%20ilkeleri%20uyum%20cercevesi.pdf Erişim Tarihi: 25 Haziran 2025. ↩︎
  6. Melsa Ararat ve Muzaffer Eroğlu, Hukuk ve Piyasalar Açısından Sürdürülebilirlik (Birinci Bölüm – Hukuk), Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Politika Notu No: 1/2020 http://dx.doi.org/10.5900/SU_SOM_WP.2020.39630 erişim tarihi: 25 Haziran 2025. ↩︎
  7. Ararat, Eroğlu (n 3) 4. ↩︎
  8. Ararat, Eroğlu (n 3) 5. ↩︎
  9. Ararat, Eroğlu (n 3) 5. ↩︎
  10. Ararat, Eroğlu (n 3) 6. ↩︎
  11. Ararat, Eroğlu (n 3) 6. ↩︎
  12. KYİ 4.3.9. “Şirket, yönetim kurulunda kadın üye oranı için % 25’ten az olmamak kaydıyla bir hedef oran ve hedef zaman belirler ve bu hedeflere ulaşmak için politika oluşturur. Yönetim kurulu bu hedeflere ulaşma hususunda sağlanan ilerlemeyi yıllık olarak değerlendirir.” ↩︎
  13. Bakınız:  https://www.morningstar.com/blog/2019/06/03/esg regulation.html ↩︎
  14. ICGN, ‘Global Stewardship Codes Network’ 2024. ↩︎
  15. Bakınız: https://www.unglobalcompact.org/  ;  https://www.oecd.org/corporate/mne/ ↩︎
  16. Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, “Ortaklıklar Hukuku I “ (15 th edn. Vedat Kitapçılık 2021) 420 ↩︎
  17. Poroy, Tekinalp, Çamoğlu (n 14) 412. ↩︎
  18. Gülşah Güven, ‘ESG Kapsamında Yönetim Kurulu Üyelerinin Rolü ve Sorumlulukları’ Legality (Haziran-Temmuz 2024) 9. ↩︎
  19. Bakınız: https://www.kgk.gov.tr/ContentAssignmentDetail/4874/UFRS-S1 Su%CC%88rdu%CC%88ru%CC%88lebilirlikle-I%CC%87lgili-Finansal- ↩︎
  20. Güven (n 18) 12. ↩︎

Tags: